ana sayfa

| iletişim | eski ogelk.net |
Ara  
 

 
Ana Sayfa  » Herkes için... » Yaşamla Dans » Bir Roman Üstüne "Tutkulu" Bir Yazı PAYLAŞ  

Bir Roman Üstüne "Tutkulu" Bir Yazı

 

Bu yazı Ahmet Altan’ın “aldatmak” isimli romanını okurken yazılmıştır. Henüz kitap bitmedi ama sıcağı sıcağına yazmak gerek. Soğutmaya gelmez bu işler! Tadı tuzu kaçar. Bekletilmiş, dibi tutmuş aşk nasıl yaşanmaz ise, duygu üstüne yazılar da aceleye gelir! Erkeğin aldatmasının modası geçti, sıra kadına geldi belki ama aslında aldatma  hayatımızın göbeğinde galiba. Varsın “in” olsun bu konu, yine de yazmayı göze alırız!

Eşin ya da birlikte olduğunun “iyi” olup olmamasına bakar mı aldatmak (sayfa 17)? Belki eş iyidir, aile babası ya da annesidir.  Ama o “gizli kalmış, söylenmemiş kelimeleri duymadığı zaman” mı aldatmanın yolu açılır? Aslında tutkunun gelişim yolu tek kişiliktir. Kişiseldir. Ne aldatılan, ne aldattığın belirler yaşananı. Diğerlerinin esamesi pek okunmaz. Kişinin kendi yapar. O ya da şu hep bahanedir. Kişi tutkuyu kendi yaratır, kendi öldürür. Aşkın nesnesi yoktur. Oyun tek kişiliktir.

Akıllı olan aşık olur mu? Aklı olan “tutku” yaşar mı? Akıl tutkunun rakibidir. Aşkın büyüsü akılsız olmasındadır. En içeriden güdüler belirler aşkı. En derinden vurur, aşk. Yüzeydeki akılın çırpınışları dibe batışı durduramaz. Çıkmak isterken insan akıldan yardım ister, akıl da esirgemez el uzatır. Ama nafile! Tutkunun sanal çekimi aklı yaya bırakır, “otomobil uçar gider” (sayfa 20). 

Tanrı sanaldır. Aşık olunan da tanrısal yüceliği farkında olmadan üstünde taşır. Aşkın nesnesi yoktur. Tanrı içimizdedir. Onu yaratan kişidir. Yok eden de! Ne kadar sıkıcı değil mi aşkı böyle görmek. Aşkı görmek değil, yaşamak gerek. Zaten göremez, yaşarsın (sayfa 23). Kaşla göz arasında vurgunu yersin, yıldırım gibi “düşer”, şimşek gibi karşındakine “çakar”, sonra da özür diler gidersin.

İhanet duygusunu yaşamamak mı marifet (sayfa 38). Vurup kaçmak, gösterip vermemek. Kendini gösterip, aşkını vermemek. Yan çizmek, bade süzmek! Tercümesi korkmaktır. Cesaretsizliktir. Oyunu oynarken iyi, ama sıra ebe olmaya gelince mızıtmak. Tercümesi “kendinden korkmak”. Kendinden korktuğunu bilmek de marifet. Aklın varsa, bu marifeti örter. Akıl, aşkın rakibidir. Tutku, aşkın kardeşi.

Tutku nasıl biter (sayfası yok)? Bitmez sen bitirirsin. Sen nasıl başlatırsan, yine “güç sendedir”, sen bitirirsin. Peki ya karşındakinin tutkusu biterse? İşte o zaman “güçsüzlük sana armağan olsun!”.

“Duyguların isimsiz kalması cesaret ve isteği artırır” mı (sayfa 53)? Yanıt basit ve güzel. Zaten cesaret ve istek “duyguların isimsiz kalması” ile çığlık çığlığa dünyaya gelir. Cesaret ve istek sevimli olur. Zaten herşeyin küçüğü “sevimli” gelir insana. Büyüdükçe korkutmaya başlar. “İsimli duygular”, aklın ürünüdür. Akıl cesaretin katili, isteğin cellatıdır. Aşkın rakibi akıl, gizlice ağlarını örer. Kardeşi tutkuyu rehin alır. Aşk, tutkusuz var olamayacağını bilir. Aşk intihar eder, akıl tutkuyu öldürür. Mutsuz son! Zaten “mutlu aşk yoktur” değil mi?.

Limanlar aşkın yabancılık çektiği mekanlardır. Limanlar güvenli sığınaklardır (sayfa 82). Açık denizler fırtınalıdır. Heyecanlıdır. Haz höyüğü, dopamin deposudur. Limanları mı seversiniz, açık denizleri mi? Gözünüz kesiyorsa açık denizleri değil mi? Açık denize her çıkış bir pişmanlık, bir suçluluk, bir aptallık duygusu. Ama açık denize her çıkış bir keyif, bir heyecan, bir yaşamak, bir tatlı rüya, günah dolu hafif ekşili bir golden elma. Yiyorsa ısırın! Her ısırık, boğazınızda düğümlenen bir yumruk olarak size geri dönecektir. Ama ah! Elmanın o tadı yok mu?

En yakınlarına, en sevdiklerine, en güvendiklerine, en inandıklarına anlatamadıklarını anlatırsın aşkına (sayfa 120). Aslında en yakınına, en güvendiğine (bazen de en güvenmediğine),  en inandığına anlatıyorsundur. Anlattığını aşkın sanırsın. Aslında kendine anlatırsın. Kendine itiraf edersin. Kendini yaşarsın. Var olursun. Var olduğunu hissedersin. Aşkın nesnesi yoktur!

Kimileri için bu yazı aşkı, yerin dibine batırmak gibi gelebilir. Bu yazının amacı aşkın itibarını iade etmektir. Sanalitesini, teslimiyet duygusu ile ona hediye vermektir. Onu olduğu gibi kabullenmektir, anlamaktır. Onu affetmek, onu yüceltmektir. Tüyleri diken, diken olmaktır.  Titreyip kendine dönmektir. Kendini sıçratmaktır. Ve hatta...

Aşk iyilikleri unutturur (sayfa 156). İyilik, sevginin kardeşidir. Aşk kimi zaman kötülükle arkadaşlık eder, kimi zaman “kendi yarattığı” iyilikle. Kardeşi tutkudur. Tutkudan vazgeçmez. Tutku, kimi zaman iyilikle anlaşamaz. Onun canını acıtır. Çimcikler.  Doğrusunu söylemek gerekirse, pek geçinemezler. Kötülükle iyiliğe aynı uzaklıktadır, tutku. Mıknatısın kutuplarına benzer dengedir tutkuyu ayakta tutan. Tutku, biraz bencildir. Hadi canım! Tamamen bencildir. Tutkunuz kaybolmasın. Yok edersiniz! Aşık olduğunuzun tutkusu kaybolmasın. Yok olursunuz!

Kaybetmek üzere olduğunu hissetmek... (sayfa 180). Telaşın, aceleciliğin, doğallığın, sakarlığın, stratejisizliğin son haddi . Bir gemi kalkar bu limandan ve bakakalırsın giden geminin ardından. Kendini denize atarsın... Boğulmak için. Çırpınışların bataklığın tanımını baştan yaratır. Debelenmek yerine , dimdik durmanın seni batırmayacağını, hatta onun (aşkının) ellerinin acımayla da olsa sana uzanacağını bilirsin. Debelenmeyi, batmayı, onu içine almayı tercih edersin. Sen yok olursun. Zaten “o” yoktur. Var olan sensindir.  Onu da sen yaratırsın ve kendinle beraber onu sen yok edersin.

Bir kadının, ya da bir erkeğin açtığı yarayı hemen iyileştirebilecek bir kadın ya da erkeğin imkansızlığını benliğiniz fısıldar (sayfa 238, bu arada kitap bitti). Yarayı yaratan bir kadın ya da erkek değildir. Kişinin kendinden kopan bir parçadır. Ona ait olduğu için, yine o yaratmadan kapanmaz yara. Pansumanlar, gazlı bezler, dikişler beyhude çaba! Unutulan aklın acilen yardıma çağrılması, siren sesleri... Sadece kanamayı artırır. Yalvaran bakışlar ve aklın “ben sana demedim mi” ukalalığı!

Bile, bile lades! Limanda çok durduk, hadi gidelim usta (sayfası yok, devamı ikinci ciltte). Vallahi ne olmuştu geçen sefer, hatırlayamadım. Fırtınalı denizde gemi batmış mıydı? O bir hataydı.  Bu sefer güneş var. Gökyüzü masmavi. Günah kuşlarının kanat çırpışı, göz kırpma gibi. Benimle bir flört bu. Önceki açık denize açılışım, deneyimsizlikti. Göremedim. Şimdi her şeyi görüyorum. Ufku, balıkları, mercanları, amipleri, DNA’ları... Tek tek hepsini görüyorum. Yaşamı çözdüm, mutluluğun resmini çizdim, haberin yok. Anlasana, ihtiyacım var!

Öykü bildik, kitap bildik. Kimi zaman ezilen, bir süre ses çıkarmayan ama müthiş silahşör olduğunu bildiğimiz kovboyun, sonu aşikar filmini seyreder gibi okursunuz romanı. Yeni yoktur. Tarih, kendi yaşantılarımızın tekrarından ibarettir. Tarihi okumak, bildiğimizi yeniden yaşamak olduğu için korkutmaz, tehdit etmez, keyif verir. Tarihten ders alan tek kişi vardır. O da “akıl”dır.

Bu yazı çok daha bilimsel bir dille yazılabilirdi. Jargonla yoğrulup, üstüne az entellektüalizasyon eklenebilirdi. Miktarı kafi gizem katılırdı. Belki de öyle yazıldı, anlatıldı. Kim bilir?

Aşk, psikolojiden anlamaz. Hatta onu reddeder. Ama aşk, psikolojiyi yaratır...

Kültegin Ögel, Budapeşte, 2003

 
 

Kişisel

Herkes için...

Akademik

web siteleri